İslam’dan önce kız çocuklarını diri diri toprağa gömen Araplar, İslam’dan sonra kız çocukları dünyaya gelince Akika kurbanı kesti. İslam, topyekün insanlık için olduğu gibi kadın için de milat oldu. İslam’dan sonra bir baba çocuklarının “kız” ya da “erkek” olmasına değil, onlara karşı vazifelerini îfa edip, etmediğine baktı. Hz. Zekeriyya ahir ömründe davasının bekası için bir çocuğunun olmasını niyaz etmiş1, Hz. Yakub da sekarât-ı mevtinde oğullarına, “Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” diye sormuştu.2 Bütün bunlar göstermektedir ki bir baba için asıl mesele, soyunun değil, yolunun devam etmesidir. Bu, erkekle olabileceği gibi kızla da olur. Kur’an-ı Kerîm bu noktada misal olarak Hz. Meryem’i zikr eder. İmran’ın eşi, Hz. Meryem’in de annesi olan Hanne hamile kaldıktan bir müddet sonra eşini kaybeder. Karnında taşıdığı yavrusunun erkek olacağını zannederek onu Beytü’l-Makdis’in hizmetine adar. Ne var ki beklediği çocuk erkek değil, kız olur. Hanne, “Rabbim! Onu kız olarak dünyaya getirdim” der. Adını da “Abide” anlamında “Meryem” koyar. Lakin Hanne çocuğunun kız olmasına üzülür. “Erkek kız gibi değildir.”3 der. Ona göre insanlığı İslam’a davet yükünü ancak erkekler omuzlayabilirdi. Kızlar zayıf, aciz, naif kullardı. Bu yüzden ağır yükleri erkekler gibi taşıyamazlardı. Aslında Hanne çocuğunun kız olduğuna değil de, manevi yükleri taşıyacak bir halde olmadığına bu yüzden de adayışının yerine gelmeyeceğine üzülüyordu. Lakin Allah Azze ve Celle Hanne’den bu adayışı en güzel şekliyle kabul etti.4 Hz. Meryem Rahmanî bir terbiyeyle büyüdü, iffetiyle bayraklaştı. Allah’ın nizamından başka hiç bir sisteme meyletmedi, baş eğmedi. Gök sofrasıyla beslendi. Hz. İsa’ya anne oldu. Bir kadın oğlu vasıtasıyla Allah yolunu açtı.
Mükafaat ve teşekkür beklemeden yapılan sadakalar ya da gece yarısında kılınan teheccüd namazları -diğerlerine nisbetle- daha farklı mazhariyetlere naildir. Ne böyle bir sadakanın, ne de namazın içinde riyanın bir tesiri vardır. Hanne’nin adayışı da mahza Allah rızası içindi. Sadaka kadar saf, teheccüd kadar huşu doluydu. Lakin doğan çocuk kızdı. “Kızlar Hakk’a davet de erkekler gibi olmaz” diye düşünmüştü ki Allah Azze ve Celle bütün kızların adanış ya da adayışları adına Hz. Meryem’in adanışını ve adayışını kabul etti.
Hz. Meryem’in mihrabında sofrayı görünce, “Bu sana nereden? geliyor diye soran, “Allah tarafından” cevabını alınca, ona bu ihsanda bulanan Allah Azze ve Celle bana da İslam davasının devam ve bekası için bir evlat lütfetmekten aciz değildir, diye düşünen ve orada, “Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle!” diye dua eden Hz. Zekeriyya’ya, Hz. Yahya’nın geleceği müjdelenir.5 Kur’an-ı Kerim Kızı/Meryem’i, Erkekten/Yahya’dan önce zikreder. Hz. Meryem’in gök sofrasıyla beslenmesinde Allah’ın sınırsız kuvvetini bir kez daha müşahade eden Hz. Zekeriyya cesaretini toplar ellerini kaldırır ve niyazda bulunur. Bu cihetle Hz. Meryem, Hz. İsa’nın doğuşuna, Hz. Yahya’nın da oluşuna sebeptir.
Hz. Meryem; Hz. Hatice, Hz. Fatıma ve Hz. Ayşe gibi kadınlık ufkunun zirve noktasıdır. İslam babaya da, kıza da hedef olarak o zirveyi gösterir. Bu yüzden Müslümanlar, cinsiyet ayrımına gitmeden Allah Teala’dan “hayırlı evlat” ister. Çünkü mahremiyetin zirvelerine tırmanan bir kadın, “asi” bir erkekten daha önemli, maddi mikyas cihetiyle de dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.
Müslüman kendini de, doğan çocuğu da Allah yoluna adar. Kız “öteki” değil, Cennet’e ya da Cehennem’e gitmeye vasıtadır. “Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya maruz kalır da onlara iyi davranırsa, o çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir perde olurlar.”6 Bir kızı anne olarak yetiştirmek ise bizzat Cennet’e girmeye vesiledir: “Kim üç tane kız çocuğunun her türlü giderini üstlenir, onları güzel terbiye eder, evlendirir ve onlara iyilikte bulunursa, o kişi için cennet vardır.”7
Erkek çocuk, “asi” olursa hakikatte soydan olsa da hükmen hariçten kabul edilir. Hariçte olan çocuk gerçekte bir “hiç”tir, hükümsüzdür. Hz. Nuh, “Muhakkak ki oğlum da ailemdendir.” deyince Allah Azze ve Celle bu aidiyeti reddederek, “Ey Nuh! O senin ailenden değildir.” buyurdu.8 Erkek “var”ken, yok olabilir. O halde kız ya da erkeğin varlık ya da yokluğu bedenleriyle değil, ebeveynin onlara dair kulluk ödevini hangi mikyasta yerine getirdikleri ve onların da buna ne kadar sadık kaldıklarıyla alakalıdır.
Bir kız babasının terbiye ettiği kıvamda durur, Hz. Meryem gibi İslam’ın kızı olma ödevini hakkıyla yerine getirirse, insanlığın dirilişine binlerce erkekten daha büyük katkıda bulunabilir. Kadınlığıyla İsalara anne, iffetiyle de İslam’ın kızlarına “abla” olur. Çağın hakim değerlerine, yaşam tarzlarına direnişin, Allah’a kayıtsız ve şartsız teslim oluşun anıtı olarak efsaneleşir. Muhataplarına, hem hâl, hem de kâl diliyle konuşur.
Babalarını Cennet’e taşımaya namzet kızların “hâl” dilleri iffet ve hayanın manifestosu gibidir. Kur’an-ı Kerîm de onların bu yönünü öne çıkarır; Peygamber evinde Nebevî terbiye ile büyüyen iki kızdan birinin utangaç bir eda9 ile Hz. Musa’ya gidişini anlatır.
Hz. Meryem Kur’an-ı Kerim’deki haliyle müslüman kızlara, kızlar da küçük yavrulara “abla” olmalıdır. Hz. Meryem’in çağdaş kardeşleri okuldan ya da medreseden eve döndüklerinde, mahallenin kızlarını toplamalı, onlara çağdaş değer yargılarına inat, nasıl Allah’ın talimatlarına göre yaşayacaklarını anlatmalı. Ekranlarda arabası, çantası, ayakkabısı, dekolte kıyafeti, ya da ahlaki sefaletiyle konuşulan kadınlara inat, onlar izzetleri, iffetleri, hayaları ve Hakk’a teslimiyetleri ile öne çıkmalıdır.
İslam’ın kızları Hz. Meryem gibi abide, zahide olurlarsa pek çok erkeğin hayal dahi edemediği güzelliklere ya vesile olacak ya da bizzat onları yapacaklardır. Çünkü salih amelleri yapmak bir cinsin tekelinde olmadığı gibi, rıza-i ilahi de yalnız erkeklere mahsus bir nâiliyet değildir. Allah’a ve Onun yoluna adanmış kızlar, adayış ahlakına riayet ederlerse, Hakk’a adanan Anadolu topraklarında bir daha namus yobazları tesettürlerini çiğneyemeyecek, umutlarına da kezzab dökemeyeceklerdir. Çünkü tefekkürü gibi tesettürü de Şeriat’tan doğanların müdafii bizzat Allah Azze ve Celledir.
1 Bkz. Meryem: 5-6.
2 Bakara: 133.
3 Âl-i İmran: 36.
4 Âl-i İmran: 37.
5 Âl-i İmran: 37-39.
6 Buharî, Zekat 10.
7 Ebû Davûd, H. No: 4481. أبي داود: مَنْ عَالَ ثَلاثَ بَنَاتٍ فَأَدَّبَهُنَّ وَزَوَّجَهُنَّ وَأَحْسَنَ إِلَيْهِنَّ فَلَهُ الْجَنَّةُ
8 Hûd: 45-46.
9 Kasas: 25.